Öldükten sonra yakılan Afgan maden işçisi öykü oldu

Zonguldak'ta kaçak maden ocağında çalışan ve ocak sahipleri tarafından öldükten sonra yakılan 50 yaşındaki Afganistan uyruklu maden işçisi Vezir Mohammed Nourtani öykü yazarlarına ilham oldu.

Yurtdışında yaşayan, Zonguldaklı öykü yazarı Başak Canda, geçtiğimiz aylarda Kilimli'nin Gelik beldesindeki kaçak maden ocağında kaza sonucu hayatını kaybeden ve ocak sahipleri tarafından cansız bedeni yakılan Afgan uyruklu maden işçisi Mohammed Nourtani'nin anısına öykü kaleme aldı. 

Canda, “Son sekiz gün" başlıklı hikayesini Edebiyathaber.net'te şu ifadelerle yer verdi:

“'Üşüyorum, çok soğuk. Keşke ateş olsaydı.'

Upuzun yatıyordu çamurun içinde. Yüzükoyun. Bedeninin çevresinde çamurdan halkalar oluşmuştu sanki yeryüzünde kapladığı alanı belirlermişcesine. Gökyüzünün parlaklığına yüzükoyun yatmasının karanlığı hâkimdi. Çok değil, on beş gün önce kestane toplamaya gelmişti küçük oğluyla buraya. Üzümü, şeftaliyi, en çok da cevizi bilirdi Şibirgan*’dan. Bu sihirli meyveyi ilk kez Zonguldak’ta gördüğünde, “Dikenden de olsa kestaneye bile yuva kuran Rabbim, bizi neden vatansız bıraktın.” demişti. Ardından günâha girdim korkusuyla tövbe etmişti.

Belki o günden kalan bir kestane kan sızan dudağının kenarına batıyordu. Acısı başını döndürüyordu. Tanımlayamadığı bir acı. Dudağından beyne akan. Kapkara kestane, sızan kana bulanmış, kızıla çalmıştı. Ağzında kan tadı. Çamurla karışık. Anlaşılmayan sesler boğulduyordu kulağında. Bilinci gidip geliyor, bir türlü sesi çıkmıyordu. Çocukken gördüğü rüyalardaki gibi çığlığı içine dönüyordu. Kalkıp koşuyor ama hep yerinde sayıyordu. Yarı uyanık hâliyle gördüğü rüya mıydı? Eğer yaşadıkları rüyaysa çocukluğundan beri ilk kez rüya görüyordu. Hayatın gerçekleri rüyalarını da almıştı. Annesi mayına basarak öldüğünden beri rüya görmüyordu oysa. Çok sonra anladı ki rüya dediği annesinin anlattığı masallarmış. Annesi ona kötü karakterleri atlayarak anlatıyormuş meğer. Güzel rüyalar annesinin eseriymiş.

Annesinin kopan bacağından traktör römorkuna akan kanın paslı demirle buluşan rengine takıldı gözü. Kanın koyu kahverenginden siyaha dönüşünü izledi. Hafızasına kazınan bir film sahnesi gibi düşündü bu anı hep. Rüyalarına bulaşan. Rüya ve gerçeği karıştırır olmuştu o andan sonra. Şimdi gibi. Rüyada mıydı? En son kömür vagonuna yaslanıp soluklandığını hatırladı. Uyumuş olamazdı.

'Üşüyorum, çok soğuk. Keşke ateş olsaydı.'

Ocakta olmalıyım. Niye üşüyorum? diye düşündü. Burada tanıştığı, kendisi gibi Afgan olan arkadaşı Rashid bulmuştu bu işi. Henüz eşine diyememişti ocakta çalıştığını. Yoksa hayatta izin vermezdi. O kaderine katlanmaya razıydı. Ama sevdikleri yanında olsun isterdi. Ocak demek ölüm demekti. Şimdi çıkar gelir ocak sahibi. Viski ve esrar kokan nefesiyle, sarkık bıyıkları arasından tıslardı. Başlardı küfür etmeye. O kadar alışmıştı ki iki lafın arasına bir küfür yerleştirmesine. Küfür hayatın her alanına girmişti. Ocak içi ve dışı farketmiyordu.

'Kalksana lan siktiğimin Afganı. Ülkeyi boka çevirdiniz, bir de iş beğenmezsiniz.' Patronun sesi yankılandı kulağında. Gördüğü patronu muydu, ayırtedemiyordu. Uzandığı yerden seçmeye çalıştı. Çamura bulanmış yüzünü kaldırıp gördüğü karartıları patronuna benzetti. Sesler birbirine karışıyordu. Kaç kişiydi, sezemiyordu. Başından akan kan çamurun ıslaklığıyla buluşmuş, kendine yol çiziyordu. Annesinin cansız bedeninden traktör römorkuna akan kanın bıraktığı çizgi geldi aklına. Gözleri kanın aktığı yoldan ilerledi. Sekiz gün sonra son numaranın doğum günüydü. Üçüne basacaktı. Doğum günleri kutlanmazdı gerçi evde. Torunu doğduğunda kutlandığı için Seyid Rıza da heveslenmiş, hevesi kırılmasın diye ona da kutlama sözü verilmişti. Kazanacağı parayla oğluna kocaman bir pasta yaptıracak, üzerine de üç tane mum koyacaktı. Kendisi oğlundan çok heyecanlıydı. O günü iple çekiyordu. Kafasında kurduğu planlar ve çamur. Ne işi vardı bu çamurun burada, gözümün önünde şimdi, diye düşündü. Az önce bir ses duymuştu, sonra kafasında bir kazan patlamış gibi gürültüler çoğaldı. Çıkan demir sesini hatırladı. Kömür vagonları mı kaymıştı? Anlamak için vücudunun ağırlığını avuç içlerine vererek doğrulmaya çalıştı. Dikelen parmaklarının arasından vıcık vıcık çamur aktı. Kalkamadı.

'Üşüyorum, çok soğuk. Keşke ateş olsaydı.'

'Sosyal yardım kurumu mu burası? Ocak lan ocak. Kaçak ocak hem de' diyen patronunun sesini duydu. Üç gün önce yakalandıklarını anlatmıştı. Bir daha açılmaması için girişi patlatmışlardı. Gözlerden uzak arka taraftan açılan başka bir girişle ocak yeniden devreye sokulmuştu. Bir hafta içinde damardaki tüm kömürün çıkarılması emrini vermişti. 'Oyar bizi adamlar!' sözü kulaklarında çınladı. Patronun söylediklerini olduğu gibi anımsıyordu. O zaman patron henüz gelmemiş, diye düşündü. Kim oyacaktı, niçin oyacaktı; patronun da korktuğu birileri vardı demekki. Kafasında sorular ip atlar gibi hızlı hızlı dönüp durdu.

'Verdiğimiz rüşvete o kadar süre tanıdı o ibne de. Zahmeti çeken biz indiragandiyi yapan onlar.' Sanki kendi kendine konuşuyordu patron. Sonra ona dönüp 'Ha bak seninki de iyi tezgâh! Çalışma iznin yok ama mis gibi işin var.' demişti. Mis gibi mi dedin, diyecekti ama üç yaş heyecanını düşünüp vazgeçti. Bir pasta için kaç gün çalışacağını iş çıkışı alacağı paraya göre hesaplayacaktı. Alacağı parayı da pastayı da henüz bilmiyordu.

bırakma fikrinde anlaşamadılar. Bulunması durumunda her şey açığa çıkabilirdi. Sağ kalması onlar için tehlikeliydi artık.

Upuzun, yüzükoyun yatıyordu. Bir kestane ormanında, orman güllerinin derin yeşilliğinin altında. Üşüyordu hâlâ. Ve duyulmayan sesiyle son bir kez inledi. “Çok soğuk. Ah bir ateş olsa…” Arabadan getirdiği bir bidon dolusu benzini gezdirdi yavaş hareketlerle, küfrederek sarkık bıyıklı patron. 'Bak seni öyle bronzlaştıracağım ki şimdi karın gelse tanıyamaz. Bu iyiliğimi unutma. Misafirperver milletiz biz ama sizde şükran duygusu yok.' Kahkaha atacaktı ama çevreden duyulmasından korktu. Elini beline götürdü. Erkekliği kadar övündüğü silahını eline aldı. Şimdi daha güçlü hissediyordu kendini. Diğer eliyle cebinden çakmağı çıkardı. Ortağına uzattı.

'Çak hadi!'

'Yoksa ben çakıyorum şimdi kurşunu.'

Yanık et kokusunun havada asılı kalırcasına yükselmesi çok sürmedi.”

*Şibirgan: Afganistan’ın kuzeyinde Cüzcan Vilayeti’nin merkezi olan şehir.

(Kaynak: Edebiyathaber.net)

 

Afgan maden işçisi öykü oldu öldükten sonra yakılan öykü yazarı ilham oldu Başak Canda kaçak maden ocağı Vezir Mohammed Nourtani ocak sahipleri yakılan madenci Zonguldak